üye grişi yap
Konuları görebilmek için üye olmanız gerekmektedir...Üye olmak için tıklayınız...


Kapat

 
yapragyagmurlari
 
  уαρяαк уαğмυяℓαяı
  Çizgice Kahramanlar
  Gazete
  Galeri
  Haber
  Html Kodlar
  Top Liste
  Yaz Konuştur
  Forum
  program kategoriler
  Oyun
  Link listesi
  SohbetChat
  Ziyaretçi defteri
  İletişim
  Makale Köşesi

Oyunlar
Makale Köşesi
                        İŞÇİ OLMADAN PATRON OLUNMUYOR… 


         
        
Günümüz şartlarında iş yaşamı ve işverenlerin istihdamı zorladığı, gerçeği bir zincir gibi ağını örmeye devam ediyor. İşçi olmak ne kadar zor? İşveren olmak aslında daha zor çünkü istihdam sağlamak işverenin egosunu şişiriyor.
İşçi emektir. İşçi çalıştığı şirket ya da firmanın küçük hissedarıdır.
Günümüz de iş kanunlarının sadece bilinçli insanlara fayda sağladığı kaçınılmaz bir gerçek. Avrupa ülkelerinde işçi hakları korunurken, Türkiye de işverenin tanımı ve iş kanunu farklı işliyor. Aile babası geçim derdine bir işe giriyor.3 çocuk var üstelik eşi ev hanımı. 6. ayın sonunda evlilik ve çocuk parası alması gerektiğini öğreniyor. İşverene soruyor, muhasebeciden bilgi alınıyor ve asgari ücretin içinde olduğu söyleniyor. Çok acı değil mi? Üstelik aynı firma başka bir işçinin tam 3 aylık sigortası olması gerekirken, 15 günlük gösteriyor. Almanya da çalışan ve emekli olan yaşlı bir teyze, burada kalsaydım, açlıktan ölecektim. Almanya ya giderken bile borç alıp gittim. Evet, çok çalıştım ama hakkım yenmedi. Şimdi 3 tane evim, çift maaşım var. Bu günün şartlarına gelene kadar memleket hasretiyle yaşadım. Şimdi ülkem de yıllar önce çektiğim sıkıntıların acısını çıkarıyorum diyor. Öyle işverenler var ki işçinin ufacık hatasını, bardak çanak kırarak, öfke nöbetiyle, aşağılayarak yüzüne vuran. Gel de bu koşullar da uzun yıllar bu işverenle çalışıp emekli ol. İşsizlik gelişime mi bağlı, yoksa bu ülkede ki kendini dünyanın merkezi sanan işverenlere mi? Geçenlerde bir yakınım zorunlu nedenlerden dolayı bulduğu ilk işi kabul etti ve (A) firmasında işe başladı. Duyduğum da çok sevindim, birkaç gün sonra iş çıkışı görüştük, sıkıntılıydı. İşe başlamadan önce önüne bir sözleşme ve aleyhine bir dolu madde koymuşlar. Maddi sıkıntılar ve işsizliğin verdiği psikolojiyle imzalamış. Sözleşmede 1 madde aklında kalmış.- İşçi bu iş yerin de 1 sene mecburi çalışacak, başka bir iş arama durumunda 10.000 TL ödemekle yükümlü olacak. İki hafta deneme süresi, yani işçi beğeni almazsa, herhangi bir ücret ve sigorta ödemesi olmayacak. Üstelik bir türlü hesapta görünmeyen maaş da cabası. Bu şartlarda bir ülkenin işsizlik oranı nasıl dengelenir? İşçi moral ve motivasyonunun iş hayatında önemi yok mu? ‘ Balık baştan kokar .’ İşveren; ne veriyorsun ki, ne istiyorsun?
                Bundan 10 ay önce, başvuru yaptığım bir firma, beni aradı. Adres bilgilerini güncelledim ve oraya gittim, görüşme gayet olumluydu. (B) firmasında yönetici asistan olarak işe alındım. Gerçek şu ki o görüşme de konuşulanlar unutuldu ve asistanlık dışında her şeyi yaptım. ( her sabah radyo 95,3’ ü volüme 5 de aç, ekmek al, manava git, yemek yap, masa sil, yemek masasını topla, kahvaltı hazırla, bulaşık makinesini çalıştır, tuvaleti temizle, çay yap ve acilen getir, hele bir de işverenin eşi aynı firma da yönetici vasfın da her öğleden sonra gelir, ağzındaki sakızın kokusu büyün ofisi sarar. Çenesi koparcasına çiğneme sesi hala kulaklarımda çınlar.) Çok değil iki hafta dayandım o firmaya ve ayrılmak istediğimi söyledim. Paranı sonra gel al dediler.  Ne sigorta girişim yapılmış ne de paramı tam alabildim. Anlayacağınız, aşağılanma duygusu ve bozulan psikolojim benim keseme kaldı. Üniversite okuduğuma pişman oldum. Ev işlerine gitsem en azami günlüğü 80 TL, ben asistan olarak aylık 700 TL alacaktım. İşte Türkiye de asistan ya da sekreter deyince akla gelen, çay ve temizlik oluyor. Oysa okul da bize bunlar öğretilmiyor. Bunca yıl bunları yaşamak için mi okudum? 6 yıllık iş deneyimlerim neticesin de şunu öğrendim; Kısıtlı imkânlarla çalışan işçi ve bu yola 1-0 önde başlayan ya da geldiği yeri unutan işveren şu gerçeği unutmasın İŞÇİ OLMADAN PATRON OLUNMAZ…    
                                          Yazan ; Zülfiye ERGUN       

Ögretmenim Ben Şiir İşçisi Olabilir miyim?


Türkiye de ancak yüksek kalitede eğitim alan ve geliri iyi olan aile çocukları mesleki seçimlerini en iyi yönde yapabiliyorlar. Peki, geriye kalan kesim ne yapıyor?

 

7 yaşında eğitim ve öğrenim hayatına başlayan çocuğa, ne olmak istiyorsun? Diye soruluyor. Çocuk; “öğretmen olmak istiyorum” diyor. Nedeni her şey olabilir. Ya öğretmenini çok seviyordur ya da kendisinin daha iyi bir eğitimci olacağını düşünüyordur.

 

Öğrenciler arasında gelişim yarışı olduğu kadar çalışkan ve tembel ayrımı da vardır. Bu alanda bir çalışma yapılabilir, örneğin; tembelliğin nedeni ortaya çıkarılabilir. Okullara psikolog desteği verilebilir. Öğrenci becerisine göre eğitim alabilir. Tembellik bir seçim değildir. Bunu bu şekilde niteleyen birçok şahıs tanıdım. Neden kaygısı duymak yerine, tembellik damgası bindiriliyor öğrenciye…

 

Bu sadece bir aile sorunu değildir. Bir ülke gelişimi sorunudur. Sağlıklı yetişmiş bir birey geleceğin en iyi eğitimcisi, doktoru ya da girişimcisi olabilir. Bunun yanında bu bireyin çocukları da aynı evreyi takip eder. Öğrenci eğitimi dışında, ailelere de sağlıklı bir birey yetiştirirken neler yapması gerektiği konusunda seminerler ya da destek programları hazırlanabilir.

 

Türkiye de en az % 70 oranında bilgi eksikliği yaşayan aile bulunmaktadır. Bu aileler halk eğitimlerin çocuk gelişim programlarını takip edebilirler. Olanakları kısıtlı ailelere okul aile birliği bu eğitimi temin edebilir. Öğrenim hayatında aile ilişkilerinin de önemi büyüktür. Okul öncesi çocukluğunu yaşayamayan, hayal gücünü geliştiremeyen, düzenli aralıklarla ebeveyn kavgası gören ve sevgi eksikliği yaşayan bir çocuktan ne derece verim alınabilinir?

 

Yakın bir akrabamın küçük oğlu, 2 yaşların da yaramaz ve bir o kadar zeki bir çocukken ilkokul çağına geldiğinde tembel, duyarsız ve umursamaz bir çocuk oldu. Neden mi? Aile sevgi eksikliği, büyükanne ve büyükbabanın aile içi eğitimini zedeleyici tepkileri ve buna bağlı birçok sebep. Aile bu çocuğun tembelliğinden yola çıkarak araştırmaya başladı. Çocuk öğretmenin önerisiyle kulak, burun, boğaz doktoruna götürüldü. Ve ortaya hiç hesapta olmayan bir sonuç çıktı. 4-5 yaşlarında geçirdiği bir havale nedeniyle sağ kulağın %38, sol kulağın % 67 oranında duymadığı tespit edildi.

 

Duyarsızlık ve tembellik diye adlandırılan neden meğer işitme sorunuymuş. Ve şimdi bu çocuk aile bilgisizliği nedeniyle tembel diye damgalandığı için imam hatip lisesinde okuyor. Hiç değilse hoca olur diyen baba önerileri dikkate almıyor. Lütfen dikkat edin gelecek sizin yaşadığınız ortamla kısıtlı değil, teknoloji ilerliyor, dünle bu gün arasında Toroslar kadar mesafe var. Öz güveni yerinde, sevdiği bir meslekte görev yapan bir bireyin adımlarının koştuğu yerdedir güvenli gelecek.

 

Bir gün sınıf öğretmenim “geleceğe doğru baktığınız da ne olmak istediğiniz, düşündünüz mü?” diye sormuştu. Sınıfın % 70’i öğretmen, %10’u hemşire, %20’si farklı meslekler söyledi. Ben o %20’nin içinde olarak;

- Öğretmenim ben bir şiir işçisi olabilir miyim? Dediğimde çok gülmüş ve evet, eğer istersen bir şair olabilirsin demişti. Alfabeyi öğrendiğim günden bu yana yazıyorum ama gerçek şu ki, hâlâ görüşürüm ilkokul arkadaşlarımla, ben dâhil, hiç birisi hayallerini gerçekleştiremedi. Neden mi? Aile de eğitim ve  kültür eksikliği, yanlış yönlendirme bir de, bilindiği üzere hayallerin tersine işlediği ülke, Türkiye’deyiz…

 Umarım bir gün herkes bu güzel ülkede de sevdiği mesleği yapabilir.


                                                 
                                              Yazan ; Zülfiye ERGUN         
 

HAYAT,BEN SANA YAZDIM AMA SEN YİNE DE ÜSTÜNE ALINMA
 
Bir sabah yıllar önceden gelen özlem sindi içime. Sanki bedenini terk etmiş ve ona tepeden bakan bir ruh gibi, bende ezip geçtiğim yıllarıma tepeden bakıyordum. Hepimiz koca bir ömür yaşadık sanırız minnacık anlarımızı belleğimize yazarken. O geçmek nedir bilmeyen sıkıcı gün çoktan geçmiştir. Hatta o en yakınımızın bedeni çoktan toprağa sinmiştir. Gideni özlemeye sığınıp şimdiyi yaşamayı bırakmıştır çoğumuz.
Kutsal olan hayat ve maneviyattır. Yaşamını bilinçsizce harcayan da insanın kendisidir. Aldığımız kararlar doğrultusun da güncelleriz geleceğimizi ancak bu kararların doğruluğu da görecelidir. Kişinin daima haklı gördüğü tek canlı gene kendisidir. Aldığı kararın sorumluluğunu yıkacağı bir neden ya da birileri mutlaka vardır. Oysa hayat ne sil baştan yaşanacak kadar uzun ne de yalnızlığa katlanılacak kadar kısadır. Bir fincan acı kahvedir hayat. Tadı buruk ve aroması güçlüdür.
Hayatım da beni etkileyen önemli olaylardan birisi lise ikinci sınıf ta yaşadığım bir hayat dersiydi. Bilirsiniz lise yılları insan duygularının en değişken olduğu zamanlardır. Ben de o yıllar da hayattan müthiş bir ders aldım. Arkadaşlarla her sabah ortak bir yerde buluşup okula doğru yürürdük ve yolumuzun üzerinde öğretmen evinde çalışan yakışıklı bir genç vardı. Hemen hemen her gün görürdüm onu ve özellikle çıkıp bana gülümserdi. Arkadaşlarla konuşup gülüşürdük. Yılsonuna 2 ay kala yine bir gün okula doğru yürürken aniden önüm de durdu. Hiç konuşmadan defterimin arasına bir not bıraktı ve koşarak yanımdan ayrıldı. Aslında onu bekliyordum ancak bu kadar sessiz değil. Arkadaşlarımda benim gibi şaşırmıştı. Okula gelince bir kenara geçip o notu okudum. Bana karşı beslediği derin duygulardan bahsediyordu. Onu tanımıyordum ama içimden bir ses beni ona yöneltiyordu. O gün eve gelir gelmez ben de bir not yazdım ama o not kadar duygu dolu değildi. Çünkü ben ona karşı aynı duyguları beslemiyordum sadece tanımak istiyordum. Ertesi gün öğretmenevinin önünde beni bekliyordu. Merhaba dedim gülümsedi ve elimden notu aldığı gibi uzaklaştı. Sesini çok merak ediyordum. Benimle bir türlü konuşmuyordu. Uzun uzun yazıyorduk birbirimize aslında böyle daha gizemli ve güzel oluyordu. Her sabah bir başka sevinç kaplıyordu içimi hiç tanımadığım biriyle ilk kez böyle bir iletişim kuruyordum. Öyle güzel ve anlamlı cümleleri beyaz bir sayfaya kolayca dökerken benimle neden konuşamıyordu? Yılsonu geldi yazışarak karne günü buluşmaya karar verdik. Okula geldim tören, etkinlik derken karnemi aldım ve buluşma yerine doğru hızlıca ilerledim, beni bekliyordu.
Elini uzattı, ellerimi avuçlarına aldı sıkıca sarıldı ve ben,
-‘nasılsın?’ Dedim. (Gözleri doldu.)
- Neden konuşmuyorsun? Dedim.
Elimden defterimi aldığı gibi
-‘çünkü benim sesim yok’ yazdı.
O anda şoka girdim ve koşarak oradan uzaklaştım. Öğretmenevinin önün de durdum ve içeriye girip sanki olanlara inanacak gücüm yokmuş gibi onu sordum. İşi varmış gitti dediler. Konuşamıyor mu? Dedim. Evet, o konuşma engelli dediler. Aklımın bir köşesine derin bir iz bıraksa da arkama bakmadan evime gittim. O yazı büyük hayal kırıklığıyla geçirdim. Konuşacak tek kelime yoktu sanki sesimi içime çektim. Kaçmak daha kolay geldi. Zorla da olsa günler peş peşe takıldı ve okul yeniden açıldı. İlk günüydü keşkilerle atlattığım yazı ardıma alıp, beklilerle hazırlandım. O öğretmenevinin önünden geçerken onu görmek özür notumu vermek tek umudumdu. Sonun da oldu, o da beni bekliyordu, sanki büyük bir sevinç kapladı içimi. Koşarak yanına gittim, baktı ve gülümsedi. Notu uzattım, elimden aldı ve avuçlarıma o da küçük bir kâğıt bıraktı. Sonra okula doğru sevinçle ilerledim. Notu okuma için sabırsızlanıyordum hızla katlı kâğıdı açtım. Şöyle yazıyordu;
‘HAYAT, BEN SANA YAZDIM AMA SEN YİNE DE ÜSTÜNE ALINMA.’
O günden sonra bir daha onu görmedim. Gerçek şu ki, geciken özürler, insani kusurlardan daha ağırdı. Hayat bana dersimi verdi. Hadi şimdi yaşa bakalım sil baştan.
 

                                     Yazan ; Zülfiye ERGUN         
 

SenDe HaYalini YaZ-keHaNEt BaşlAsın- HaYalET                                     
 
Dünyanın en görkemli hazinesi hayal kurmaktır. Bu gün başarılı insanların hayal gücü sayesinde amaçlarına ulaştıkları kaçınılmaz bir gerçek. Hayal et, uyan ve adım at, kehanet başlasın. Bilimsel açıklamalara göre hayal kurmak unutmayı önlüyor. Hayal gücü işitsel, görsel ve eylemsel yöntemleri destekliyor. Zihinsel aktivasyon hızlı öğrenme kabiliyetini arttırıyor.
Bu gün ne kadar çok hayal kurarsanız, geleceğiniz o kadar güzel olur. Ama her şeyden önce hayal ettiğiniz yere gelebilmek için istikrarlı olmalısınız. Dünya saatinde ufacık bir zaman dilimidir, hayal etmek. Gerçekleşmesi uzun sürebilir, zorlu anlar yaşatabilir ama unutmayın hayal ettiniz ve kehanet başladı. Hayal etmenin artıları kadar eksileri de vardır. Örneğin hayal kurmaya pozitif düşünce ile başlanırsa insan psikolojisine çok büyük faydaları vardır. Bunun tam zıttı olan negatif düşünceli hayaller ise mutsuzluk içerebilir. Yani her şeyin bir dozu vardır. Hayal kurarken pozitif düşünce gücünüzü çalıştırmalısınız. İsteyin olsun, hazine sizde. Yeter ki istemeyi bilin.
 

                                               Yazan ; Zülfiye ERGUN         



SANAT VAMPİRLERİ EMEK EMEREK BESLENİYOR.
 
Sanatını sesi ile icra eden ses sanatçıları, kalemiyle bir çığır açan yazarlar ya da görsel sanat yapımcıları emeklerini paralayan bu insanlarla nasıl başa çıkacak? Korsancılar genellikle çok satan CD, DVD ve Kitaplara yöneliyor. Kısaca sanata ve emeğe haksız saldırıda bulunuyor. Sadece korsan satanlar değil, hukuka aykırı olarak üretilmiş ya da çoğaltılmış bir eseri satın alanlar da bir satıcı kadar suçludur.
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 71. Maddesi uyarınca, “Bir eseri, icrayı, fonogramı veya yapımı hak sahibi kişilerin yazılı izni olmaksızın işleyen, temsil eden, çoğaltan, değiştiren, dağıtan, her türlü işaret, ses veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma ileten, yayımlayan ya da hukuka aykırı olarak işlenen veya çoğaltılan eserleri satışa arz eden, satan, kiralamak veya ödünç vermek suretiyle ya da sair şekilde yayan, ticarî amaçla satın alan, ithal veya ihraç eden, kişisel kullanım amacı dışında elinde bulunduran ya da depolayan kişi hakkında bir yıldan beş yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.”  Sanata ve sanatçıya verilen değer bu kadar ucuz olmamalı.
Bence korsancılar sanat vampirleri, emek emerek besleniyor, gündemi çok iyi takip ediyorlar. Devlet tarafından yapılan denetimlerde İstanbul da son 3 yılda 44 milyon kitap, DVD ve CD ele geçirildi. Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa muhalefetten gereken yasal işlem yapıldı ancak korsancılığın önüne geçilemiyor.
Atatürk’ün de dediği gibi, “Bir milletin sanat yeteneği güzel sanatlara verdiği değerle ölçülür.” Türkiye sanat gibi bir ülke.  Ay, yıldız da bizim bayrağımızın üzerin de sanatını icra ediyor. Emeğin değeri kalpten geçer, saygı da aynı yolu takip eder. Korsancılar siz ayrı bir ırk değilsiniz, lütfen Atatürk’ün inanarak bıraktığı ülkemiz de sanata ve sanatçıya önem verelim. Millet olarak çağdaş ve saygın olmanın yolu hırsızlıktan değil, sanat’a verdiğimiz değerden geçer.
 Korsancılığa hayır…


                                                       Yazan ; Zülfiye ERGUN  
AKREP&YELKOVAN  
   
Ara  
 
GOOGLE SİTE
ip adresim
sitene ekle - oyunlar 1
1 2 3 4 5 6 7

http://KENDİ

tütüne son
SÖZLÜK
Kelime:
www.sozluk.net
 
Döviz Kuru  
     
Sinema  
 
 
Resmi Kurumlar  
   
Bugün 1 ziyaretçi (3 klik) kişi burdaydı!
size=4> Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol